Analog ve dijital sistemleri akıllı telefon üzerinden bir örnek ile açıklayacak olursak daha iyi anlaşılacağı kanısındayım. (Mâlum hemen hemen herkeste bir akıllı telefon var.) Örneğin; akıllı telefonlarımızdan bir fotoğraf çekip bu fotoğrafı istediğimiz kadar telefon hafızasında tutabilmek gibi. Bu işlemi saniyeler içinde yapabiliriz ama hiç düşünmeyiz bu işlemin arkasında ne var diye. İşte tam o sırada analog ve dijital sistemler bize bir gülümser.
Bu işlemin en başında kamera lensi cisimden gelen ışığı kamera sensörü üzerinde toplar. Kamera sensörü temel olarak bir ızgara şeklinde yan yana dizilmiş fotosensörlerden oluşur. Bu fotosensörler, üzerine düşen ışık şiddetiyle orantılı olarak çıkışa bir elektrik akımı verir. Işık şiddeti elektrik akımına transdüser yardımıyla çevrilir. Bu çıkışa verilen elektrik akımı bir analog sinyaldir. Dijital bir sistem olan akıllı telefonlarımız bu analog sinyali doğrudan kullanamaz. Peki ne yapmak gerekir?
İşte tam burada analog / dijital dönüştürücüler kısaca AD dönüştürücü veya ADC olarak bilinen elektronik elemanlar devreye girer. ADC yardımıyla analog sinyaller dijital sinyallere çevrilir. ADC dönüştürücünün çıkışında elde edilen bit dizileri öncelikle telefon üzerindeki işletim sisteminin anlayabileceği bir görüntü formatına dönüştürülür. Bu dönüştürme işlemi kamerada bulunan mikroişlemci tarafından yapılır. Bu işlemlerden sonra çektiğimiz fotoğraf artık akıllı telefonumuzda bir görüntüdür ve bu görüntüyü telefona aktarmak için kısacası telefon üzerinden bu görüntüyü tutabilmek için bize bir depolama alanı lazım. Dijital sistemlerde verilerin saklanması için hafıza birimleri vardır. Görüntüyü oluşturulan bu bitler veri yollarından giderek hafıza birimlerinde depolanır.
Günlük hayatımızda akıllı telefonlarımızdan yaptığımız bu kadar basit bir işlemin arka planında bu kadar basit olmayan bir sistemin varlığından söz edebiliriz.
0 Yorumlar